1750 Adetten Fazla Türkiye'nin En Güzel Villa Modelleri İçin Resme Tıklayabilirsiniz..

Osmanlılarda Mimarlık ve Mimari Sanatı

İnşa yani yapı sanatı. Toplumların dini, siyasî, içtimaî ve iktisadî özelliklerine göre meydana getirilen güzellik, estetik, sağlamlık ve kullanışlılığı kendinde toplayan; mesken, mabed, medrese, hamam, kervansaray, çeşme, köprü, su yolu, bend, türbe, imaret, hastahane, çarşı, bedesten, kütüphane, saray ve kabristan gibi eserlere mimarî eserler denir. Kültür, iklim ve teknik imkanlara bağlı olan mimarlık sanatı ve mimarî eserler devirden devire, milletten millete, iklimden iklime değişiklik göstermektedir. Kullanılan malzemenin cinsine ve özelliğine göre inşaatın şekli ve tatbik edilen usuller de ayrıdır.

Mimarî bir eserde tertip tarzı, büyüklük, ölçülerin birbirine nisbeti ve uygunluluğu gibi unsurlar sayesinde güzellik sağlanmaya çalışılır. Bu maksatla eserlerin ölçülerinde nisbetlerini esas alan matematikle ilgili formüller kullanılır. Mimarlıkta göz önüne alınması gereken bir husus da kullanışlılıktır. Yani yapılan eser kullanış gayesine uygun olmalı, bina içindeki sirkülasyon (hava akışı) ve akustik (ses yayılma) özellikleri iyi bir şekilde sağlanmalı, çeşitli ihtiyaçlar imkanlar nispetinde karşılanmalıdır.

Mimarlık, ihtisas sahalarına göre; dinî mimarlık (cami, mescid, kilise mimarlığı), askerî mimarlık, sivil mimarlık (mesken, sanayi, ticaret, içtimaî ve siyasî mimarlık), şehir mimarlığı ve bahçe mimarlığı gibi şubelere ayrılır.

Mimarlık tarihi insanlık tarihiyle yaşıttır. Yeryüzünde ilk mimarî eser, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’in inşa ettiği Kabe’dir. Kabe-i Muazzama’yı ikinci defa Sit peygamber , Nuh tufanından sonra da Hz. İbrahim ve oğlu İsmail yeniden inşa ettiler.

İslamiyet’ten önceki devirlerde insanların barınma ihtiyacı sebebiyle mesken mimarisi gelişti. Dinî merkezler olan çeşitli mabedler, krallar ve hükümdarlar için şato ve saraylar, düşman hücumundan korunmak için kaleler ve etrafını çeviren surlar, eğlence yerleri ve tiyatrolar, büyük şehirler, bu şehirlere su sağlayan su kemerleri, temizlik için hamamlar yapıldı.

İslamiyet’in gelmesinden sonra büyük bir medeniyet kuran müslümanlar, her sahada olduğu gibi mimarlıkta da eşsiz eserler meydana getirdiler. Kısa zamanda Hindistan’dan İspanya’ ya kadar uzanan üç kıta üzerine yayılıp, geniş toprakları bu yeni kültürün eserleri ile süsleyip damgalarını vurdular. Bu eserleri meydana getirirken, o güne kadar çeşitli milletler tarafından kullanılan mimarî usullerini en iyi şekilde tatbik ettikleri gibi, daha evvel görülmemiş birçok yeni teknikler de geliştirdiler.

Peygamber efendimiz ve dört halifesi, Emeviler, Endülüs Emevileri ve Abbasiler devirlerinde; camiler, hanlar, ribat adı verilen kale görünüşlü savunmaya yönelik binalar, camiler, minareler, medreseler, hastahaneler ve saraylar yapıldı.

Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları da hakimiyet kurdukları geniş memleketler üzerinde cami, medrese, türbe, çok maksatlı olarak kullanılan külliyeler, bimarhane (hastahane), ashane ve hamamlar inşa ettiler. Ticaret yolları üzerinde kervansaraylar, darüşşifa adı verilen hastahaneler yaptırdılar. Bilhassa Moğol baskın ve yağmalarına karşı şehirlerin etrafını surlarla çevirdiler. Hindistan’da kurulan Timuroğulları Devleti zamanında da çeşitli mimarî eserler ortaya kondu. Delhi’deki Şah Cihan Camii, Agra’da yaptırılan Taç Mahal, Hindistan’da meydana getirilen önemli eserlerdendir. İlim ve feyz kaynağı olan dergahlar da, Hindistan mimarisinde özel yer tutmaktadır.

1299 yılında kurulan, 1453’de İstanbul’un fethinden sonra büyük bir devlet haline gelen Osmanlılar zamanında da, daha önceki İslam devletlerinde görülen mimari eserlere daha yenileri eklendi.

Osmanlı mimarisi; Türk tarihinde belirli bir yeri olan, büyük ve heybetli eserleri meydana getiren Osmanlı Türklerinin insanlık sanat tarihinde mühim yer tutan sanat eserlerinin toplamıdır. Osmanlı mimarisi basit, kullanışlı, abidevî ve az tezyinatlı olması ile dikkat çeker. İnce, zarif, vakur ve heybetlidir. Tamamen abidevî şaheserler olan camilerin çevreleri, külliye tabir edilen bir çok sosyal müesseselerle çevrilmiştir. Fevkalade imarcı bir devlet olan Osmanlılar zamanında, kendine ait olmayan eserler bile ihtimamla korunmuştur, imar teşvik edilmiş, imar görmeyen Osmanlı toprağı kalmamıştır. Mütevazi mahalle zenginleri bile bir mescid yaptıramadığı takdirde, bir çeşme yaptırmiş veya bir mekteb tamir ettirmiştir.

En küçük yapıda bile, sağlam, dürüst, namuslu bir şekilde büyük bir sanat zevkiyle ve toplum heyecanı ile çalışmayı, aldığı terbiyenin esası sayan Osmanlı mimarları, belli bir eğitim sisteminden geçerdi. Mimarlar, devlet tarafından imar ve mühendis akademisi hüviyetinde olan Hasbahçe’de nazari olmaktan çok pratik usullerle yetiştirilirdi.

Mimarlar; hassa (devlet) mimarları, ser mimar (baş mimar), hassa ser mimar (hassa baş mimar) veya ser mimar-i mimaran-i hassa denilen yüksek vazifeli bağlıydılar. Bu zat bir nevi bayındırlık bakanı sayılırdı. Bazı durumlarda divana katılır ve açıklamalarda bulunurdu.

Osmanlı mimarları büyük görgü ve tecrübe kazanarak her medeniyete ait abideleri, teknik ve sanat bakımından inceleyerek yetişirlerdi. Plan ve maket üzerinde çalışırlar, hazırladıkları plan ve maketlere göre eserlerini inşaya başlarlardı. Padişahlar önce mimarların hazırladıkları maketleri görürlerdi. Ayrıca âbidenin nakışları da önce kağıda yapılır, sonra son şekli verilirdi. Küçük inşaatlar için de resim ve planlar çizilirdi. Mimar, yaptığı binanın muhasebesi ile meşgul olmaz, bu iş için o binaya nazır veya bina emini denilen bir maliyeci, yapı küçükse bir katip tayin edilirdi.

Hassa mimarları, şehirde nizama aykırı olan inşaata izin vermemekle, eğer yapılmışsa yıktırmakla da vazifeliydiler. Başlıca yasak bölgeler İstanbul surlarının içe ve dışa doğru 5’er arşın (3 metre) yakını, cami ve mescidlere 5 arşından fazla yaklaşmış binalar, caddeleri daraltacak inşaatlardı. Bütün yasaklara ve kontrollere rağmen, zaman zaman yapılan binalar yıktırıldı. Surlara yapılan evler, 1539’da bir defa yıktırıldığı halde tekrar yapılmış, 1559’da Mimar Sinan tarafından tekrar yıktırılmıştı. Şehir kaldırımlarını inşa ve tamir ettirmekle de vazifeli olan hassa mimarları, kaldırımcılara yaptırdıkları kaldırımlar bozulursa, üç yıl içinde bedava onartırlardı.

Taşrada da devletten maaş alan hassa mimarları vardı. Eyaletlerde beylerbeyilerin emrinde bayındırlık müdürü vazifesi yapan mimarlar, bulundukları yerlerdeki devlet inşaatından, hususi inşaatın nizamına uygun olmasından, usta ve isçilerin durumlarından ve eserlerin işe yarar halde tutulmasından mesuldüler. Hassa mimarlarının tasvip etmediği hiç bir kimse hususi mimarlık yapamazdı.

Hassa ser mimarlığı 1831’e kadar devam etti. Bu tarihte sultan ikinci Mahmud Han tarafından Ebniye-i hassa müdüriyeti kuruldu. 1836’da Meclis-i umur-i nafia, 1839’da Umur-i ticaret ve nâfia nezareti yani bayındırlık bakanlığı kuruldu. Ebniye-i hassa müdüriyeti de bu nezarete bağlandı. Böylece hassa mimarları ocağının sönmesiyle, Hasbahçe mektebi de sona erdi. Mektepten yetişen kaliteli mimarlar azaldı. Askerî mekteblerdeki mühendislere mimarlık verildi. Mimarlığın ve mimari eserlerin yok olmakta olduğunu gören büyük devlet adamı ikinci sultan Abdülhamid Han, 1881’de bugünkü Güzel Sanatlar Akademisi demek olan Sanayii Nefise Mekteb-i Alî’sini mimarî bölümüyle birlikte kurdu. 1299 yılında devlet haline gelen Osmanlılar, mimarî eserlerini en evvel ilk baş şehirlerinden olan Bursa’da ortaya koydular.

Daha çok Selçuklu mimarisinin izlerini taşıyan ve Orhan Gazi zamanında Bursa’da; Orhan Gazi’ nin kardeşi Alaaddin Bey tarafından yaptırılan Alaaddin Camii, Orhan Bey Camii, Edebâli’nin kardeşinin oğlu tarafından yaptırılan Ahi Hasan Mescidi, Murad-i Hüdavendigar zamanında yaptırılan Hüdavendigar Camii, Şehadet Camii, Hayreddin Paşa Camii, Nilüfer Hatun Camii, İzzeddin Camii ve Kara Ali Camii ile Yıldırım Bayezid zamanında yapılan Yıldırım Camii, Ali Paşa Camii, Demirtaş Camii, Ertuğrul Camii, Molla Fenarî Camii, Gazi Timurtaş Mescidi, Somuncubaba Camii ve 20 kubbeli, ortasında on altı köşeli büyük bir şadırvan bulunan, minberi ceviz ağacından, oyma duvarları, en güzel yazı motifleriyle süslü Ulu Camii bunların belli başlılarındandır.

Çelebi Sultan Mehmed devrinde yapılan camiler ise; Şaheser Camii ismiyle de anılan, nefis İznik çinileriyle süslü, çinilerindeki hakim renk yeşil olduğu için bu adı alan Yeşil Camii, Çelebi Sultan Mehmed’in kızları Selçuk Hatun ve Hafsa Hatun tarafından yaptırılan Selçuk Hatan Camii ve Bedreddin Camii’dir.

Sultan ikinci Murad Han zamanında da; Muradiye Camii, Abdal Camii, Zeyniler Camii yaptırılmıştır.

Aynı zamanda türbeler şehri de olan Bursa’da ilk altı Osmanlı padişahının ve yakınlarının türbe ve kabirleri yer almaktadır. Bir mimari eseri olarak ortaya çıkan ve İstanbul’un fethine kadar yapılan türbeler ise şunlardır: Osman Gazi türbesi, Orhan Gazi Türbesi, Murad-i Hüdavendigar Türbesi, Yıldırım Türbesi, Çelebi Sultan Mehmed Türbesi de denilen Yeşil Türbe, sultan ikinci Murad Türbesi, Süleyman Çelebi Türbesi, Hadice Sultan Türbesi. Her biri birer sanat eseri olan türbelerde çeşitli mimarî üslup ve motiflere yer verilmiştir. Bu türbeler daha çok Orta Asya ve Selçuklu sanatı izlerini taşırlar.

İstanbul’un fethinden önceki devirde; Lala Şahin Medresesi, Hüdavendigar Medresesi, Çelebi Sultan Mehmed’in Yeşil Medresesi gibi ortada bir avlu, bunun üç tarafı revak, kıble tarafı yüksek kubbeli dershanelerden meydana gelen medreseler de yaptırılmıştır. Orhan Gazi ve Murad-i Hüdavendigar zamanlarında Bursa’da bugünkü ordu evinin bulunduğu yerde bir saray yaptırılmıştır. Çelebi Sultan Mehmed Han zamanında İpek Hanı, Murad-i Hüdavendigar zamanında Kapan Hanı, Orhan Gazi zamanında Emir Hanı gibi hanlar ve kervansaraylar yaptırılmıştır.

İstanbul’un fethinden önceki devirde, Osmanlı Devleti’nin ikinci başkenti olan Edirne’de de pek çok mimarî eserler meydana getirildi. Sultan ikinci Murad Han tarafından yaptırılan Üç Şerefeli Cami, Bursa Orhan Camii örnek alınarak yapılan Muradiye Camii, Çelebi Sultan Mehmed zamanında yaptırılan Eski Camii bu eserlerden bazılarıdır. Sultan ikinci Bayezid tarafından Mimar Hayreddin’e yaptırılan ikinci Bayezid Camii, Beylerbeyi Camii ve Edirne’nin en eski camisi olan ve Yıldırım Bayezid Han tarafından yaptırılan Yıldırım Camii’dir. Gazi Mihal Bey ve Ayşe Kadın camileri de bu devirde yapılmıştır.

Birinci Murad Han tarafından 1414’de Eski Camii yanında yaptırılan bedesten, 1420’de yaptırılan Gazi Mihal Köprüsü, 1435’de ikinci Murad Han tarafından yaptırılan Darülhadis Medresesi, Tahtakale Hamamı, 1440’da yaptırılan Topkapı (Alaca) Hamamı, Yıldırım Bayezid Han tarafından yaptırılan Saray Hamamı, bu devre ait mimarî eserlerden bazılarıdır.

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan İstanbul’un fethine kadar olan, kuruluş dönemi mimarisinde, Osmanlı mimarisinin bazı temel özellikleri ortaya çıkmıştır. Cami mimarisinde uygulanan değişik plan kuruluşları bu dönemin ana özelliğidir. Bu dönemde inşa edilen camiler; tabhaneli camiler, tek kubbeli camiler ve çok kubbeli camiler olarak üç bölüm halinde ortaya çıkmıştır. Dinî ve sosyal bir yapı olan tabhaneli (misafirhaneli) camiler, yapı ekseni üzerinde kıble yönünde uzanan, umumiyetle üzerleri birer kubbe ile örtülü geniş bir kemerle birbirine açılan, arka arkaya iki büyük mekan ve iki yanda yapı eksenine paralel sayılan değişen yan odalardan meydana gelmiştir. Girişteki birinci kısım umumiyetle, şadırvanlı ve üstü aydınlık fenerli kubbeyle kapalıdır, ikinci kısım ise, cami kısmıdır. Tabhaneli camiler Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarında yaygın olarak yapılmıştır.

Tek kubbeli camilerde ise; ön kısımda kare planlı kubbe örtülü kısım, geride ise üç bölümlü bir son cemaat yeri yer almıştır. Mermer ve çini işlemeciliğinin de bulunduğu bu camilerin minareleri sırlı tuğla ve çinilerle kaplıdır.

Çok kubbeli camilerde ise; mekan eşit bölümlere ayrılmış, her bölüm bir kubbe ile örtülmüştür. Yapı ekseni üzerindeki her bölüm, aydınlık fenerli bir kubbe veya bir şadırvanla avlu geleneğini yaşatmıştır.

Bu devirde yapılan medreseler ise, umumi olarak dikdörtgen planlı olup, girişin karşısındaki kenara bitişen kubbeli ve camekanlı olan erkekler bölümü, dört eyvanlı ve dört köşe mekanlı; kadınlar bölümü ise, camekan dışında küçük bir ılıklık ve iki hacimli bir sıcaklık bölümünden meydana gelmiştir. Ticari maksatlı olarak inşa edilen avlulu şehir hanları; kare planlı, iki katlı, alt katı mal ve eşyanın depolandığı revaklı penceresiz mekan, üst katı revakların tekrarlandığı pencereli ve ocaklı odalar halinde inşa edilmiştir. Yapı ekseni üzerinde giriş kanadının karşısında yapıya bitişik enine dikdörtgen planlı ahır yer almıştır.

Alışverişlerin yapıldığı bedestenler ise, umumi olarak altı ayak üzerine yerleştirilmiş on dört kubbeli dört kapılı olarak inşa edilmiştir. Dışta mahzenli dükkanları olan bu yapılarda umumiyetle altmış dükkan ve bu sayıya yakın da mahzen yapılmıştır.

Bu dönemde yapılan türbeler ise sekizgen planlıdır. Yüksek kasnak, yapıya iki kademeli bir görünüş verir. Yapının yüzleri çinilerle veya çeşitli motiflerle kaplıdır. Kapı kanatları ve pencere kapakları Türk ağaç sanatının önemli eserleri arasında yer alır. Bu dönemde inşa edilen külliyeler; cami, medrese, mektep, imaret, şifahane, türbe, hamam ve hanları içine almıştır. Bu yapılar belli bir eksen düzeni olmadan, dağınık olarak kurulmuşlar, inşaatta arazinin özellikleri, yüksek ve alçakta kalan alanlar değiştirilmeden kullannılmıştır.

Cami ve medrese yapıları birbirine yakın olarak yerleştirilirken, hamam ve han yapıları bunların uzağına inşa edilmiştir. Bu dönemdeki mimari eserlerde çini, önemli bir süsleme unsuru olarak kullanılmıştır. Geometrik süsleme örnekleriyle, sülüs ve kufi yazı motiflerinde yer aldığı süsleme örnekleri, umumi olarak nebati motiflerden meydana gelmiştir.

İstanbul’un fethinden sonra cihan devleti olan Osmanlılar; diğer sahaların yanında, mimarlıkta da üstün eserler verdiler. Üç kıtaya yayılan ve pek çoğu bugün de yaşamakta olan bu abide eserler hala Osmanlı medeniyetinin ihtişamını aksettirmektedir.

İstanbul’u feth etmekle dünya tarihinde yeni bir çağ açan Fatih Sultan Mehmed Han, derhal İstanbul’un imarına başladı. Ayasofya’yı kiliseden camiye çevirip ilk Cuma namazını kıldı. Sahabe-i kiramdan Halid bin Zeyd Ebu Eyyub el-Ensarî’nin kabri üzerine türbe ve yanına Eyyub Sultan Camii’ni yaptırdı. Daha sonra Mimar Atik Sinan (Sinaneddin Yusuf bin Abdullah) ile Mimar Ayas’a da Fatih Camii’ni ve külliyesini inşa ettirdi. Fatih külliyesinde; kütüphane, 16 medrese, imaret, kervansaray, tabhane, darüşşifa ve hamam bulunuyordu. Yedikule Camii, Kireç İskelesi Camii, Şehremini Camii ve Rumeli Hisarı, Eski Saray (Bugünkü Üniversite merkez binasının yeri), Topkapı Sarayı, üstü kubbe ve kemerle örtülü olan Kapalı Çarşı, Fatih Sultan Mehmed Han devrinde yaptırılan mimari eserlerden bazılarıdır. Fatih Sultan Mehmed Han zamanında bir çok kütüphane, medrese, imaret, hamam, çarşı ve kervansaray gibi mimari eserler de yaptırıldı. Edirne, Bursa, Amasya, Trabzon ve diğer merkezlerde de mimari eserler meydana getirildi.

Bu devirde camiler ve çeşitli hayır binaları şeklinde gelişen mimari eserler, şehirlerin merkezi ve hakim noktalarına yapıldı. Bu eserlerde zarif, sade fakat, süzülmüş bir zevk mahsulü olan çini, mermer, tahta veya sıva üzerine nakış gibi tezyinat ile bediî değerlerin bir bütün olarak düsünüldüğü görülür. Selatin Camii tabir edilen ve padişahlar tarafından yaptırılan camilerde bu bütünlük daha iyi göze çarpar.

Evliya Çelebi, Fatih Sultan Mehmed Han tarafından yaptırılan Fatih külliyesinde yer alan Fatih hastahanesiyle ilgili şu bilgileri verir: “70 oda 80 kubbelidir. 200 kişi hizmet eder. Hekimbaşı bilginlerdendir. Ayaküstü tedavi edilenler de, yatırılarak tedavi edilenler de vardır, ilaçları bedavadır. Yatanlara çok iyi bakarlar. Zira Allah rizası ve padişahın ruh selameti içindir. Vakıfı olan hazret-i Fatih böyle şart koymuştur. Hastalara, sarılmalı diba kumaş ve ipekten gecelikler giydirirler, iki defa nefis yemek çıkar. Vakıftan o kadar zengindir ki, hastalara en iyi av kuşlarının etlerini yedirirler. Üç bölüktür. Bir bölükte erkekler, diğerinde kadınlar, üçüncüsünde de gayr-i müslimler tedavi edilirler.”

Sultan ikinci Bayezid Han zamanında yetişen Mimar Hayreddin ise, Edirne ve İstanbul’da Bayezid külliyelerini yaptı. Edirne’nin büyük camilerinden olan ikinci Bayezid Camii’nin yedi bölümden meydana gelen külliyesindeki darüşşifada akıl hastaları; su sesi, psikolojik telkin, meşguliyet ve ilaçla tedavi edilirdi. Sultan ikinci Bayezid Han zamanında Bursa’da, İstanbul’ daki Fatih Camii’nin küçük bir benzeri olan Emir Sultan ve Üftade camilerinine benzer camiler yaptırıldı. Amasya’daki Sultan Bayezid Camii’nin kapısı, mihrabı ve minberi üzerindeki yazıların sanat değeri çok kıymetlidir. Külliye halinde yaptırılan caminin etrafında, kütüphane, bedesten, medrese, darülkurra, imarethane, fırın gibi sosyal tesisler yer almaktaydı.

Yavuz Sultan Selim Han devrinde yetişen ve Acem Ali diye bilinen Mimar Alaeddin Ali Bey tek kubbesiyle İstanbul’daki Sultan Selim Camii’ni yaparak Osmanlı mimarisine azamet ve vakar getirdi. Sekiz senelik kısa bir saltanat dönemi olan Yavuz Sultan Selim Han, doğu seferleriyle meşgul olmasına rağmen imar faaliyetlerinde de bulundu. İstanbul’un fethinden, Mimar Sinan’in mimar başı olarak vazife aldığı 1535 yılına kadar uzanan dönem, Osmanlı mimarisinin gelişme dönemidir. Bu dönemde camilerden başka; medrese, hamam, ticarî yapı, türbe, saray, kale ve köprüler yeni üsluplarla inşa edildi. Kurulan külliyelerle şehircilik alanında yeni görüşler ve değerler ortaya kondu.

Bu dönemde merkezi kubbeli camilerin yanında, tabhaneli (misafirhaneli) camiler, tabhaneli cami özelliği gösteren camiler, tek kubbeli, çok kubbeli ve çatı örtülü camiler inşa edildi.

İstanbul’un fethinden Mimar Sinan dönemine kadar inşa edilen medreseler, plan kuruluşları ile daha öncekilerin tekrarıdırlar. Yaygın olarak inşa edilen geniş U planlı üç kanatlı medreseler ve avluları ile dikdörtgen bir plan kurulusu gösteren medreselerde umumi olarak, kesme tas duvarlarla inşa edilmişlerdir.

Bu dönemde, İstanbul’da Fatih Camii’nin diş avlusunu doğudan ve batıdan çevreleyen Semaniye medreseleri dörder yapı olarak aynı eksen üzerinde sıralanmışlar, revaklı avluları ile dikdörtgen planlı yapılar olarak inşa edilmişlerdir.

İstanbul’un fethinden Mimar Sinan’a kadar gelen dönemde inşa edilen şehir hanları ve bedestenlerde de daha önceki mimari özelliklere yer verilmiştir, iki katlı, kare veya dikdörtgen planlı, revaklı avlulu şehir hanları ve dışta dükkanlı bedestenler aynı esaslarla ancak belirli bir gelişme ile inşa edilmişlerdir. Şehir hanlarının üst kat revakları kubbelidir. Avlu ortasında ayaklar ve kemerler üzerinde yükselen, altında, şadırvan bulunan mescid yer almıştır. Ahırların bulunduğu ikinci bir avlu da mevcuttur.

Bu dönemde inşa edilen türbeler ise, sekizgen planlı olup, altta düz atkılı, üstte hafif sivri kemerli pencereleriyle dikkat çekerler.

Ayrı bölümler halinde incelenen tabhaneler, imaretler, darüşşifalar ve kervansaraylar, külliyelere bağlı yapılar olarak belirli plan kuruluşlarıyla inşa edilmişler, bir çok külliyede bu yapılara mektebler de ilave edilmiştir. Mahalle mescidleri, darülhadis, darülkurra yapıları ve tekkeler de bu dönemde inşa edilen yapılardır. Köprüler ve kaleler kendi mimarî özelliklerini korumuşlar; saraylar ise, belirli bir gelenege bağlı olarak inşa edilmişlerdir. Çeşme ve sebiller de, cadde, sokak ve meydanlara yerleştirilmiştir.

Bu dönemde meydana getirilen eserler, renkli sır tekniği ve sır altına boyama tekniğindeki çinilerle süslenmiştir. Ağaç isleme sanatı gelişmesini sürdürmüş, kündekari tekniği ile yapılan eserler, oyma süslemeli sedef, bağa ve fildişi kakma yüzeylerle yeni görünüşler kazanmıştır.

Osmanlı Devleti’nin, sınırlarının en geniş hududlara dayandığı, maddî ve manevî bütün sahalarda zirveye ulaşıldığı Kanunî Sultan Süleyman Han’ın, 1535’den sonraki döneminde eserleriyle iftihar duyduğumuz, medeniyet alemine kazandırdığı eserlerle Müslüman-Türk’ün dehasını ortaya koyan büyük dahi Mimar Sinan yetiştirmiştir. Mimar olduğu kadar, sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya da önem veren, devamlı olarak yenilikler peşinde koşan, başarılı bir planlamacı, dünyası gibi ahiretini de gözeten basiret sahibi ihlasli bir müslüman olan Mimar Sinan, sanat değeri çok yüksek mimari eserler meydana getirdi. Kendisinden önce gelişen Osmanlı mimarisini erişebileceği en son noktaya çıkarttı.

Önce askerî mesleğe giren, burada zenberekçibaşılığa kadar yükselen Mimar Sinan, gerek Yavuz Sultan Selim’in, gerekse Kanunî Sultan Süleyman’in bütün seferlerine katıldı. Bu seferlerde köprü kurma vb. maharetlerle çevresinin dikkatini çekti. Lütfi Paşa’nın şevkiyle Kanuni’ye tanıtıldı. Bu vezirin sadrazamlığı sırasında 1539’da mimar başılığa getirildi. Devletin sınırlarının uzandığı her yerde; Kırım, Macaristan, Budin, Yunanistan, Tırhala, Bulgaristan, Sofya, Sam ve Halep’te, Mekke-i Mükerreme ile Mescid-i Haram’da pek çok kıymetli eserler ortaya koydu. Camiler, mescidler, medreseler, türbeler, su yolları, kemerler, köprüler, hanlar, hamamlar, kervansaray ve saraylar inşa etti. İstanbul dışındaki eserlerinin tamamına baş mimar olarak bizzat gidemediyse de nezaret için maiyyetindeki bir hassa mimarını gönderdi. Bu yapılar hep onun çizdiği planlara göre yapıldı. Mimar Sinan vücuda getirdiği eserlerinin çoğunu padişahlar, vezirler, paşalar, ilmiye mensubları ve hanım sultanların siparişi üzerine yaptı. Kanunî Sultan Süleyman, oğlu sehzade Mehmed’in genç yaşta vefat etmesi üzerine, çıraklık dönemi eseri olarak bilinen Şehzade Camii ve külliyesini yaptırdı. Mimar Sinan, Kanunî Sultan Süleyman’in siparişiyle kalfalık eseri olarak Süleymaniye Camii ve 18 ayrı binadan meydana gelen Süleymaniye külliyesini, Mekke-i mükerremede medrese, Şam’da cami ve imaret, Çorlu’da medrese ve imaret, Kefe’de hamam inşa etmiştir. Kanunî Sultan Süleyman’in zevcesi Haseki Hürrem Sultan’in siparişiyle bugünkü Haseki külliyesini yaptı. Bu külliyede; cami, medrese, imaret, darüşşifa, mekteb ve şadırvan yer almıştır.

Sultan ikinci Selim Han’ın isteği üzerine ustalık dönemi eseri olan Edirne Selimiye Camii’ ni ve külliyesini yaptı. Mimarlık tarihinin en muhteşem eserlerinden biri olan Edirne Selimiye Camii’nden başka, Konya’nın Karapınar kazasında bir cami ve hamam, Topkapı Sarayı’ndaki mutfak ve kiler mahzenlerini, sultan ikinci Selim Han’ın Ayasofya haziresindeki türbesini de Mimar Sinan yaptı.

Sultan üçüncü Murad Han’ın padişahlığının ilk on yılında da baş mimar olarak vazife gören Mimar Sinan, padişahın emriyle Manisa’da bir külliye inşa etti. Muradiye Camii’nin planınnı çizdi, fakat yaşı bir hayli ilerlediğinden yerine hassa mimarlarından Mahmud Ağa’yı gönderdi, inşaatı bu zat başlattıysa da, vefatı üzerine yerine tayin edilen Mehmed adlı başka bir mimar tarafından tamamlandı.

Üç padişah devrinde mimar başı olarak vazife yapan Mimar Sinan’a; Lütfi Paşa, Damad Rüstem Paşa, Kara Ahmed Pasa, Semiz Ali Paşa, Sokullu Mehmed Paşa, Hadim Mesih Paşa, Ferhad Paşa, Siyavus Paşa gibi veziriazamlar; Haseki Hurrem Sultan, Mihrimah Sultan, Nurbânû Sultan, Şah Sultan gibi hanım sultanlar; vezirler, paşalar, ilmiye mensubları ve şeyhler, kalemiye mensubları (nişancı ve defterdarlar), saray vazifelileri ve diğer şahıslar tarafından pek çok mimari eserler yaptırılmıştır. Tezkiretülebniye adlı eserde Mimar Sinan’in bütün eserlerinin 364 olduğu zikredilmiştir. Büyük bir kısmı İstanbul’da olan bu eserlerinden 84’ü cami, 52’si mescid, 57’si medrese, 7’si dârülkurrâ, 20′ si türbe, 17’si imaret, 3’ü dârüşşifâ, 5’i su yolu, 8’i köprü, 20’si kervansaray, 36’si saray, 8’i mahzen, 48’i hamamdır.

Kanunî Sultan Süleyman Han devrinde Mimar Sinan’la başlayan mimari hamle, sonraki asırda da devam eni. Üsküdar’da Valide-i Atik Camii ve üçüncü Murad Han’ın validesi Nurbanu Sultan tarafından cami, medrese, dârülhadîs, dârülkurrâ, hastahane, imaret, misafirhane, ilk mekteb ve çesme yaptırıldı. Mimar Dâvûd, Mimar Dalğıç Ahmed Ağa’dan başka, Mimar Sedefkar Mehmed Ağa yetişti. Dalğıç Ahmed Ağa’ dan boş kalan hassa mimarbaşılığa, 11 Ekim 1605’de getirilen Sedefkâr Mehmed Ağa, sultan birinci Ahmed Han’ın iltifatına kavuştu. Sultan birinci Ahmed Han yaptırmak istediği muhteşem camiyi inşa etmekle, Sedefkâr Mehmed Ağa’yı vazifelendirdi. Sultanahmed Camii’nin inşatını yedi senede tamamlayan Mehmed Ağa bu sırada bir çok yapının inşasını devam ettirdi. Camiye bitişik kasr-i hümâyûn, hastahane, türbe, han, mekteb, sebil, odalar ve dükkanlar sultan birinci Ahmed Han tarafından inşa ettirildi. Caminin süslemesinde mavi çiniler kullanıldı.

Mimar Dâvûd tarafindan 1598′ de temeli atılan sultan üçüncü Mehmed Han’ın annesi Safiye Sultan tarafından Eminönü’nde yaptırılacak olan Yeni Camii’nin inşası on yedinci yüzyılın ortasında sultan dördüncü Mehmed’ in annesi Hatice Turhan Sultan tarafından tamamlatıldı. Valide Camii de denilen bu caminin bütün yazılarını meşhur hattatlardan Tenekecizâde İbrahim Efendi yazdı. Caminin çinileri ise İznik’ de yapıldı.

On yedinci asır başlarından itibaren, klasik Osmanlı mimarisi, Mimar Sinan mektebinden ayrılmaya başladı. Bu farklılıklar Sultanahmed Camii’nde kendisini gösterdi. On sekizinci yüzyılda ise, Mimar Sinan tarzındaki sadelikten uzaklaşıp, Selçuk ve Iran mimarilerinde olduğu gibi, devrin zevkine göre gül, lâle, kâse içinde yemişler yapılmak suretiyle süslü bir şekle yer verildi. Topkapı Sarayı Bâb-ı hümâyûn karşısındaki sultan üçüncü Ahmed Çesmesi ve sebili ile Azapkapı ve Bereketzâde çesmeleri, Tophane’ de ve Üsküdar iskele meydanındaki çeşmeler bu asırdaki yeni tarz Osmanlı mimarisinin önde gelen eserleridir.

On sekizinci asırda başlayan garblılaşma hareketleri neticesinde Osmanlı mimarisinde de garba yöneliş baş gösterdi. Bu asır ortalarından itibaren Avrupa’ daki Barok mimarisine ait eserler, Osmanlı mimarisinde de görülmeye başladı. Fakat Osmanli mimarları tamamen Avrupalıları taklid etmeyip millî bünyeden de ilaveler yaptılar.

Barok mimari tarzına göre yapılan ve 1756’da açılan Nûri Osmaniye Camii, 1763’de sultan üçüncü Mustafa Han tarafından inşa ettirilen Lâleli Camii, Üsküdar’daki Ayazma Camii, Sultan birinci Abdülhamîd Han tarafından yaptırılan Beylerbeyi Camii bu yeni üslubun özelliğini taşırlar. Evvelce birinci Abdülhamîd imaretinin kösesinde iken, oraya vakıf hanının yapılması üzerine Soğukçesme’de Gülhane Parkı kapısının karşısına yapılmış olan sebil ve çeşme, Aydın’daki Cihanoğlu Camii, Yozgat’daki Çapanoglu Camii ve Gülşehir Kara Vezir Camii de Barok usûlünde yapılan eserlerdendir.

On dokuzuncu yüzyılın başında sultan üçüncü Selîm Han tarafından Nizâm-i cedîd askeri için Üsküdar’da Selimiye kışlası ve camii yaptırıldı. Selimiye’nin önemi en basta subay lojmanlarından meydana gelen bir sitesi, hamamı, dükkanları, sıbyan mektebi, kütüphanesi ve matbaasıyla birlikte yapılmış olmasındadır. Bu yüzyılda dini yapıların yanında, askeri ve sivil yapılarda da önemli bir artış kaydedilmiştir. Kışlalar, hastahaneler, saraylar ve zarîf köşkler inşa edilmiştir. Üçüncü Selim’in kız kardeşi Hadîce Sultan’ın Defterdârburnu’ nda inşa ettirdiği saray, on dokuzuncu yüzyıl başında meydana getirilen eserlerdendir.

Tanzimat’la her sahada olduğu gibi, mimaride de batılılaşma iyice belirginleşmiş, daha önceki devirlerdeki hassa mimarları ocağının yerine kurulan Ebniye-i hassa müdürlüğü, Umûr-i ticâret ve nâfia nezâretine bağlanmıştır. Ebniye nizâmnâmesi düzenlenerek imar işleri yeni bazı esaslara bağlandı. Hassa mimarları ocağı kapatıldığı ve mimarlık eğitimine önem verilmediği için bu asırda yeni ve büyük mimarlar yetişmedi. Büyük ve önemli yapı yatırımlarının meslekî hizmetleri, bir kısmı kendiliğinden İstanbul’a gelmiş, bir kısmı da çağrılmış olan yabancı mimarlar veya yabancı ülkelerde eğitim görmüş gayri müslim mimarlar tarafından yürütüldü. Mühendislik ve mimarlık alanında ortaya çıkan teknolojik gelişmelerin, yeni malzeme kullanımlarının, yeni yaklaşım ve düşüncelerin belirdiği 19. yüzyıl sonunda sultan ikinci Abdülhamîd Han tarafından mimar yetiştirmek için Sanâyii Nefise mektebi (Güzel sanatlar akademisi) açıldıysa da, Avrupa’yı taklidden öteye gidemeyen bu müesseseden de mimar yetişmedi.

On dokuzuncu yüzyılda; Gümüşsüyü kışlası ve Silâhhânesi, Mecidiye kışlası (Taşkışla), Taksim Topçu Numune alayı kışlası; köy ve mahallelerde sıbyan (ibtidâî); kasabalarda, rüsdiye; büyük kasabalarda idâdî; vilâyet merkezlerinde sultanî mektebleri ve darülfünun ile harbiye veya kuleli gibi askerî okullar yapıldı. Sultan Abdülhamîd Han’ın annesi Bezmi Âlem Valide Sultan 1843′ de Yenibahçe’de Bezmi Âlem Gurâbâi müslimîn Hastahanesi’ ni yaptırdı.

1843’de Yıldız Parkı girişinde Mecîdiye Camii, 1853’de Dolmabahçe Camii, aynı yıl Ortaköy Camii, 1870’de Pertevniyal Valide Sultan Camii yapılıdı. Eskiye nisbetle daha küçük planda yapılan camilerde tek kubbeli ve kare planlı ibadet yerinin yanında, Cuma selamlığı, ve bunun gerektirdiği kalabalık maiyyet için hünkâr mahfeli ayrı bir bölüm olarak ilâve edildi.

On dokuzuncu yüzyılda yapılan saraylar, Osmanlı mimarisinin son yapılarıdır. Dolmabahçe Sarayı, Yıldız Sarayı, Cemile ve Münîre Sultan sarayları, Göksu Kasrı, Beylerbeyi Sarayı, Çırağan Sarayı, Kalender Kasrı gibi sarayların büyük kısmı Boğaziçi kıyılarında inşa edilmiştir. Ihlamur köşkleri, Çağlayan (Kağıthane) kasrı, Alemdağ köşkü gibi yapılar ise, sayfiye ve mesîre yerlerinde yazlık olarak yapılmışlardır.

Osmanlı Devleti’nin son yıllarında tamamen Avrupalıların insiyatifine terk edilen Osmanlı mimarisinde bazı resmî devlet binaları vücuda getirildi. Haydar Pasa Garı ve İstanbul’daki Büyük Postahane bu dönemde inşa edildi. Bu asırda ortaya çıkan betonarme inşa tarzı mimarlıkta yeni bir çığır açtı. Bu sebeple fazla katlı binalar yapılmaya başlandı.

Hakkında: SerMimar

Osmanlılarda mimarbaşı, SerMimaran-ı hassa. osmanlı hanedanının ve büyük devlet adamlarının yaptıracakları binaların projelerini yapmak ve bunların uygulanması için gerekli mimarları, teknik elemanları atamak, büyük kentlerdeki mimarları atamak, hassa mimarlarını yetiştirmek, kent ve kasabalardaki bütün mimar ve ustaların kayıtlarını tutmak SerMimar'ın görevleri arasındaydı.

Ayrıca...

Dekorasyon Hata Kaldırmaz

Evinizi dekore etmeden önce ne yapmamanız gerektiğini bilmek, ne yapmanız gerektiğini anlamanın ilk adımıdır. Örneğin küçük mutfağınızı daha da küçük göstermek istemiyorsanız, koyu renk dolap kullanmayın