1750 Adetten Fazla Türkiye'nin En Güzel Villa Modelleri İçin Resme Tıklayabilirsiniz..

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Evinin Hikayesi!

‘Şıpsevdi’, ‘Gulyabani’, ‘Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç’ gibi romanlarıyla tanıdığımız, edebiyatımızın önemli isimlerinden Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Heybeliada’da son 30 yılını geçirdiği evi önümüzdeki günlerde restore edilecek. Evin hikayesi de Gürpınar’ın hikayesi kadar ‘renkli’.

Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk döneminde yaşamış Hüseyin Rahmi Gürpınar, 80 yıllık hayatının son 30 yılını Heybeliada’da geçirmişti. 1944’te vefatının ardından, burada kendi imkanlarıyla yaptırdığı üç katlı evinin başına gelmedik talihsizlik kalmadı. Gürpınar’ın bütün bir edebiyat yaşamını, uğraşlarını, kişiliğini yansıtan ev, her nasılsa yağmaları, bakımsızlığı ve kurumdan kuruma devredilme perişanlıklarını atlatıp 2000’lere ulaşmayı başardı. O yıl Adalar Kaymakamlığı’nın girişimi ve Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle restore edilip müze haline getirildi. Aradan geçen zamanda yıpranan evin, ekim ayında İstanbul İl Özel İdaresi’nce tekrar yenileneceği açıklandı. Önemli mimari problemleri bulunmamasına karşın evin özellikle iklimlendirme sorunu yaşadığı, restorasyonda bu durumun da giderileceği söyleniyor.

GÜRPINAR; ‘EVİN YOLU BENDEN DAHA MEŞHUR’
Doğrusu yenileme çalışmalarının yapılacağını duyduğumuzda aklımıza düştü evi ziyaret etme fikri. Evi görmek için başka vesile arayanlara yazarın 1864’ün 17 Ağustos’unda doğduğunu hatırlatabiliriz; yani doğum gününün yaklaştığını. Yalnız hemen söyleyelim, Heybeli’ye vardıktan sonra eve ulaşmak için küçük bir zahmete katlanmanız gerekiyor. Zira Gürpınar kalabalıktan uzak kalmak için kıyıdan biraz uzağa kurmuş evini. Yaklaşık yarım saat yürüyüp yokuş çıkmalısınız. Fayton ya da bisiklet kiralamak işinizi kolaylaştırır. Yolda müzeyle ilgili bir tabela yok. Bir süre devam eden, daha sonra çatallanan yolun kafanızı karıştırmaması için Türk usulü tarif şöyle; askeriyeye kadar devam edip, soldaki yokuşu çıkan yolu takip edeceksiniz. Eğer asfalttan ayrılıp toprak yollara sapmadıysanız, oradan çam ağaçlarının içindeki eve ulaşmanız 10 dakika sürmeyecek. İşin bu kısmı yalnızca öğlen sıcağında eve giden bizim için değil, vaktiyle Gürpınar’ı ziyaret eden arkadaşları için de dertliymiş. Devrin önemli kadın şairlerinden Şükufe Nihal bir kez ‘Buraya gelmek için tayyareye binmeli’ şeklinde sitem ettiğinde ‘Haklısınız’ demiş Gürpınar; ‘Benim evin yolu benden daha meşhurdur.’

Bahçe kapısının ziline bastığınızda sizi Nevin Hanım karşılıyor. Ailesi vaktiyle Karadeniz’den buraya göç etmiş, doğma büyüme adalı ve üç yıldır müze evin bekçiliğini yapıyor. Espriyle karışık ‘Eve gelebilen oluyor mu?’ diye sorduğumuzda, kışın kuş uçmaz kervan geçmez bir yer olduğunu ama havalar ısındığında çok sayıda ziyaretçi geldiğini söylüyor. Bizden önceki gün üç aile ziyaret etmiş örneğin.

KÖŞKÜN YILAN HİKAYESİNE DÖNEN KADERİ
İçeri adımınızı attığınızda ilk katta oturma odası biçiminde düzenlenmiş geniş bir salonla ve yazarın okuma odası olarak kullandığı küçük bir bölümle karşılaşıyorsunuz. Gayet sade bir havaya sahip ilk katta aslında epey eşya varmış vaktiyle. Fakat yağmalanmış. ‘Yılan hikayesi’ni şöyle anlatalım; Gürpınar’ın ölümünün ardından ev yazarın mirasçısı, dayı kızı Emine Muzaffer’in yazlığına dönüşür. Muzaffer, evi 1964’te İl Özel İdaresi’ne müze yapılması için satar. Çalışmalar ancak 1983’te başlar; Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilerek. 1987’de müzeye çevrilmesi için bu kez Adalar Belediyesi’ne verilir. Öncekilerin beceremediği işi belediye de beceremez. 1996’da adaya kaymakam atanan Mustafa Farsakoğlu (şimdiki belediye başkanı) tekrar ilgi gösterir, belediye ve bakanlıkla işbirliği yaparak 2000’de nihayet müzeye dönüşmesini sağlar. Bütün bu süre boyunca bekçiye rağmen engellenemeyen yağmalarda, envanterde görünen yazarın piyanosu, bisikleti, kemanı, yağlıboya tabloları, avizeleri, kristal likör takımları, antika halıları kaybolur. Yine önemli bir kısmı kaybolsa da, fareler ve böcekler dışında kitaplara dokunan pek olmaz.

Gürpınar’ın zevk sahibi biri olduğunu üst kata çıktığınızda görüyorsunuz. Burada çalışma odasıyla yazar hakkında ilginç bilgiler veren yemek ve yatak odaları var. Yemek odasındaki masa Gürpınar birazdan yemeğe gelecekmiş gibi kurulu. Antika mobilyalar, Fransız tarzı kristal içki ve porselen yemek takımları yazarın zevki hakkında ipuçları veriyor. Yatak odasında ilk anda dikkat çeken yatağın üzerindeki işlemeli pembe örtü. Özen gösterildiği belli olan ama zamana yenik düşüp bozulmuş bu işlemeler de, mutfaktaki masanın artık tozla kaplanmış örtüsündeki tığ işi motifler de bizzat yazarın kendisine ait. Sabah erken kalkıp İsveç usulü sporunu yaptıktan sonra öğlen ikiye kadar çalışma odasına kapanıp kitabını yazarmış Gürpınar. Günün geri kalanını da en büyük üç keyfine ayırırmış; kitap okumak, örgü örüp elişi yapmak ve yemek hazırlamak.

Gürpınar’ın örgü ve dantel merakı, babaannesinin ve teyzesinin yanında büyüdüğü çocukluk yıllarına kadar uzanıyor. İleriki yaşlarında yalnızlığını gidermek, sıkıntılarını unutmak için hobiye dönüşür bu merak. Yemek yapmakta da üstüne yoktur. Özellikle reçelleriyle dondurmaları arkadaşları ve ada halkı arasında ünlenir. Tarif almak için kapısını çalanlar çoktur.

EN GÜZEL ODA ARKADAŞI HULUSİ BEY’E
Evin çatı katına çıktığınızda küçük bir bölümün, Gürpınar’ın kendisine ördüğü takkeler, vazo kılıfları gibi elişlerinin sergilenmesi için ayrıldığını görüyorsunuz. Adayı, denizi ve İstanbul’u gören geniş manzaraya sahip en güzel oda da yine çatı katında bulunuyor. Burası Gürpınar’ın gençlik yıllarından beri en yakın arkadaşı olan Miralay Hulusi Bey’e ayrılmış. İstanbul’dan neredeyse hiç ayrılmamasına karşın, Hulusi Bey 1933’te vefat edince sıkıntıdan ve kederden kaçmak için Mısır’a gitmesi arkadaşına duyduğu sevgiyi anlatmaya yetiyor. Kitaplarını ilk önce okuttuğu, her sabah birlikte yürüyüşe çıktığı Hulusi Bey dışında yalnızlığını kimseyle paylaşmadığını söylemek yanlış olmaz. ‘Müzmin bekar’dır ve ömür boyu evlenmez. Aşk onun için cinselliğin öne çıktığı gelip geçici bir durumdur. Refik Ahmet Sevengil, Gürpınar’ı anlattığı bir yazısında şöyle diyor; ‘Bir gün (bekarlığının) sebebini sorduğumda önce sıkıldı, kızardı, suali cevapsız bırakmamak için gülümsedi: Yattığım odada başka nefes istemem, sinirlenirim, bunun içindir ki misafirlikte de kalmam.’

Vaktiyle Turing Vakfı’nın başkanlığını yürütmüş ‘İstanbul aşığı’ Çelik Gülersoy, her fırsatta dikkatleri yönlendirmeye çalıştığı evin, en nihayetinde müzeye dönüştürülmesine katkı sağlayanlardan biri. Gülersoy, yazarın romanlarında bizim insanlarımızı ‘epeyce sevimli, çok renkli ama biraz da nemelazımcı, biraz eyyamcı, biraz yüze gülücü’ bir karaktere büründürdüğüne dikkat çekip, evin talihsiz hikayesinin de pekala bu tespiti doğrulayan biçimde okunabileceğini söylüyor; ‘Kuyruklu Yıldız Altında İzdivaç romanında’ta anlattığı gibi, Halley’in dünyaya çarpmasından korunmak üzere herkes evinin kapısını kapamayı yeğledi. Sevgili piyanosu, avizeleri, işlemeli koltukları birer birer götürülürken, kimse ne olduğunu sormadı.’

Romanlarında insanları anlattı ama onlardan uzak yaşadı
Romanlarında, öykülerinde ve tiyatro oyunlarında ironinin eksik olmadığı sıcak bir dille insanları ve kadın erkek ilişkilerini anlatan yazarın, evini insanlardan uzak bir yere kurmasının nedenini onun hikayesini öğrendiğinizde anlıyorsunuz. Kendisi henüz çevresini tanıyacak yaşa bile gelmemişken annesini veremden kaybeder, babası yeniden evlenip İstanbul’dan ayrılırken onu babaannesine bırakır. Mahmudiye Rüştiyesi’nin subay bölümünde okurken annesini teslim alan hastalık onu da yakalayınca okulu bırakıp yalıtılmış bir yaşama başlar. Zaten verem hastalığıyla tanışmış bir ailede büyümesi onu mikroptan korkan, aşırı titiz, eldivensiz gezmeyen, tokalaşmaktan kaçınan, başkasının dokunduğu yere elini sürmeyen bir ‘hastalık hastası’ yapmıştır. Romanlarında dönemin insanlarını ve daha çok da kadınları başarıyla anlatabilmesinin nedeni, kadınların arasında geçen çocukluğudur.

1900’lerin başlarından itibaren 10 yıl kadar, yaz günlerini Heybeliada’da kiraya çıkarak geçirir. 1888’de Tercüman-ı Hakikat gazetesinde tefrika edilmiş ilk romanı ‘Şık’ ona ün kazandırmış, ertesi yıl ilk kitabı olarak basılmıştır. Zamanının en çok satan ve kazanan yazarlarındandır. II. Abdülhamit’in bu başarısından dolayı kendisine verdiği beratı evinin duvarında asılı görebilirsiniz. 1911’de yayınlanan ‘Şıpsevdi’ romanından 700 altın lira gibi büyük bir kazanç sağlayan yazar ertesi yıl, adanın kıyıya uzak yüksek yerindeki bir arsayı alıp evini yaptırmaya başlar.

Akşam/EYÜP TATLIPINAR

Hakkında: SerMimar

Osmanlılarda mimarbaşı, SerMimaran-ı hassa. osmanlı hanedanının ve büyük devlet adamlarının yaptıracakları binaların projelerini yapmak ve bunların uygulanması için gerekli mimarları, teknik elemanları atamak, büyük kentlerdeki mimarları atamak, hassa mimarlarını yetiştirmek, kent ve kasabalardaki bütün mimar ve ustaların kayıtlarını tutmak SerMimar'ın görevleri arasındaydı.

Ayrıca...

Ferdi Tayfur, Villa Davasını Kaybetti

Arabeskin kralı Ferdi Tayfur, Marmaris’te 2 villa karşılığı inşaatı üstlenen taşeron firmaya açtığı davayı kaybetti. …